Hakikati muhammedi nur

İlahi İsimlerin Zuhur Mahali Olan Mahlukata Nur-U Muhammedi’den Nur Kazandırılması Hakkında Açıklamadır

TÜM MAHLUKATA TEVZİ EDİLEN NURLARIN KAYNAĞI NUR-U MUHAMMEDİDİR.

Nur-u Muhammedi’den kazanılacak olan nurlar, mahlukatta zuhur eden ilahi isimlere ait manaların yoğunlukları oranında kazanılır. Mahlukatın içinde 99 İlahi İsmin manaları oranında nurlandırılarak şereflendirilebilecek olan Mahluk BEŞER‘dir. Zira Beşer, İnsan-ı Kamile hamiledir. Beşerin İnsan-ı Kamili doğurabilmesi için İlahi Nur tevziatının 99 ismin önce zılli sonra asli manalarınca Nur Kaynağı olan Nur-u Muhammedi’den nurlandırılarak yüceltilmesi gerek. Ancak nur kazandırma hakkı, Allah Sistemi’ne tabi olan beşeriyetten Allah Sistemi’nin Resulünün davetine icabet gösterenlere verilebilmektedir.

Kur’anda “BİZ SENİ GERÇEKTEN ONA ÇAĞIRAN, NURLANDIRAN BİR KANDİL OLARAK GÖNDERDİK” Ahzab suresi ayet 46 vurgulanmaktadır.

Beşer mahluk olarak diri, Varlık olarak ölüdür. Beşerin Varlık olarak dirilik kazanması için nurlandırılması gerekir.

Kur’anda “ÖLÜ İKEN KENDİSİNİ DİRİLTİĞİMİZ VE KENDİSİNE İNSANLAR ARASINDA YÜRÜYEBİLECEĞİ NUR VERDİĞİMİZ KİMSE, KARANLIKLAR İÇİNDE KALIP ONDAN HİÇ ÇIKAMAYAN KİMSE GİBİ OLUR MU?” Enam suresi 122. ayet vurgulanmaktadır.

Ceberrüt ve Meleküt alemlerinin sakinleri olan ilahi tasarruf ünitelerinin (Nurani Varlıkların) nurları Nur-u Muhammedi’den kazandırılmıştır. Kazandırılan nurlar bu ünitelerin kendi istihkakına göre birer potansiyel kaynak haline gelmiştir. Her bir tasarruf ünitesinin varlığındaki nurdan oluşan potansiyel kaynağa Mebde-i Teayyünü Vücubi denmektedir. Bu kaynaktan tasarruf etme hakkına sahip olan her ünite Mülk alemine sevk edebileceği nur kıymetiyle bu alemde tekamül aracı olarak kullandığı kisve ve kalıplarla ilahi isimlerin manalarının zuhur mahali olabilen bir odak tanzim eder. Bu odağa Teayyüni İmkani denir.

Teayyüni imkanilerdeki nurun, Mebde-i teayyüni vücubideki nur potansiyeliyle bütünleşinceye kadar nurlandırılarak arttırılması, Allah Sistemi’nin Resuliyet Vechesi tarafından gerçekleştirilmektedir.

ALLAH SİSTEMİNİN RESULİYET VECHESİ, GÖKLERDEKİ HER MEBDE-İ TEAYYÜNÜ VÜCUBİDEKİ NUR POTANSİYELİ İLE, YERDEKİ TEAYYÜNİ İMKANİDE (cemad – nebat – hayvanat – beşeriyet) BULUNAN NURUN TAMAMLANMASINI SAĞLAYAN TÜM TASARRUFLARI GÖSTERMEKLE YETKİLİDİR.

“ALLAH’IN NUR VERMEDİĞİ KİMSENİN NURU OLMAZ” Nur suresi ayet 40.

Beşerin hakikati olan İnsan-ı Kamilin Nur kaynağı MEBDE-İ TEAYYÜNİ İNSAN-I KAMİLİYE, mülk alemindeki nur kıymetinin beşer ifadesiyle bilinen mahluka kadar her mahlukluk halini deneyimler. İnsan-ı kamil, beşer denilen mahluktaki mahlukluk sıfat ve fiillerinin ilahi isimlerin zılli manalarınca ortaya çıktığını bilir. Beşerdeki nur kıymetindeki şiddetin artması (seyyal formun gittikçe astral yoğunluk kazanması) onun bulunduğu yerden göğe doğru o şiddet oranınca yükselmesi demektir.

Beşerdeki enerjetik forma ilm-i tasavvufta “VÜCUD’UL HAKKANİ” denmektedir. Bu formun seyyal yoğunluğu, yere bağlı olan beşerin mahlukluk sıfat ve fillerinin bertaraf edildiği oranda artmaktadır. Bu seyyalleşme yoğunluğunun sınır marjında artık bu form astral yoğunluk kazanmaya başlar. İşte bu esnada ilm-i tasavvuf diliyle buna NURUN TAMAMLANMA AŞAMASI denir.

Allah Sistemi’nin Rabbi olan Allah, beşerdeki kalbin gönülle birleşik düzen hasıl ettiği andan itibaren kendi Resulunun nur kaynağından desteklenmesini sağlayan programları tevziatçı vasıflarına sahip olan Resuluna uygulatmaktadır. Beşerdeki kalbin nefsin emrinden alınması için gösterilen her teşebbüs, Resuliyet Vechesine bağlı olan ilahi mekanizmalar tarafından tespit edilerek değerlendirilmekte ve o sırada gösterilmesi gereken destekleyici tasarruflar eksiksiz gösterilmektedir.

BEŞERİN İNSANLAŞMASI İÇİN GÖSTERİLEN TASARRUFLAR DAİMA BEŞERİN İLAHİ İSİMLERİN ASLİ MANALARINA UYGUN OLAN DAVRANIŞLARI SERGİLEME AŞAMALARINDA GERÇEKLEŞTİRİLMEKTEDİR. BU ESNADA BEŞERİN İNSANLAŞTIĞINI GÖSTEREN TECELLİYATIN İZLENMESİ MÜMKÜN HALE GELMEKTEDİR.

Tecelliyat (tecelliler) zuhur manasındadır. Tecelliyata mahzar kalacak beşerin, o tecelliyata layık olabilecek liyakatta bulunması gerekir. Liyakat şümullü bir ifadeyle yaraşır olabilmektedir. Yaraşır olan, yaraşırlığı oranında tecelliyata mahzar kalabilir. Böyle bir ilahi keyfiyetin tahakkuk ettirilmesi evrensel icabatlara uygun olarak faaliyet göstermeye dayanır.

Beşeriyet, Dünya planetinde sık sık tekamül için gerekli olan hadiselere maruz bırakılmaktadır. Dünya beşeriyeti önüne çıkan her hadiseyi sıkıntı verici veya mutlu edici olarak neden değerlendiriyor? Zira hadiselerin beşeriyetin tekamülünde yararlı olduğunu ve onların tekamül planıyla ilgili müştemil bir zincirin halkaları olduğunu idrak edemiyor (istisnalar hariç). Dünya beşeriyetinin önüne çıkarılan hadiseler, kendi tabirleriyle düştükleri sıkıntı halleri hep tekamülle ilgili icap edenlerle doludur. İşte bu icap edenlere (evrensel icabatlar) gereken yer ve zamanda gerektiği gibi icabet gösterenler mevcut bulunan Kozmik Liyakat mesabelerini (derecelerini) gittikçe arttırırlar. Kozmik liyakat mesabesinin artması, bu artış meyanında tecelliyatı gerektirir. Bu evrensel prensiplerdendir. Kısaca göstermek gerekirse; icabata göre fiiliyat, kozmik liyakati, kozmik liyakat ise tecelliyatı gerektirir. Bu konu çok giriftlik arz eder. Evrensel icabatların belirttiği evrensel olasılıkları tayin etmek, beşerde bulunan bağlı şuur düzeyi ile mümkün değildir. Ancak kozmik Liyakatleri muayyen bir kozmik sabiteye yücelebilmiş şuurlu insansal kozmik birimlerde olasılıklarla ilgili sırlar hakkında mevcut bilgiye dayanan tayin edebilme keyfiyeti meknuz bulunmaktadır. Bunlar bu sırları ancak layık olanlara verebilmektedir. Yaraşır olana yaraşırlığı nispette emanet teslim edilmektedir.

BAKIN BİR TEBLİĞİNDE NE DİYOR NURANİ VARLIKLAR?

 

Benlerin ve senlerin çok mevzu edildiği dünya planetinden, BİZ’lerin bulunduğu bu boyutlara ancak BİZ olmakla gelinir. Bu boyutlara geçebileceğiniz bir tek geçit vardır, o da gönül yoludur. BİZ’e gönül verenler elbette BİZ’lerle tanıştırılacaktır. BİZ’e yönelenlerin geçitleri ancak BİZ’den olanlarla açılır. Sonunda BİZ’im geçitten BİZ’e gelecek olanlar BİZ’den olacaklardır. BİZ’im BİZ’lerle olan ilişkilerimiz her planda sürer. BİZ, BİZ olana yöneliriz. BİZ’e yönelik her arzu BİZ’im arzumuzdan kaynaklanır. BİZ’e bu arzuyu duyurtan “İLAHİ AŞK”tır. Tekrar tekrar söylüyoruz buraya dikkat edin. BİZ’im BİZ’lerle dolu olan BİZ’lik Vadilerimizin yeşilliğine İlahi Aşk can katar. Bu Aşk hangi planda duyulursa duyulsun duyanları, BİZ’im geçitten BİZ’e bağlar. BİZ mümkünlerin idarecileriyiz, BİZ mümkünlerin öğreticileriyiz, BİZ mümkünlerin Vacib’leriyiz. BİZ mümkünlerin ÖZ’leriyiz (İlahi ÖZ). BİZ’im bir tarafımız ALLAH’a bir tarafımız mümkünlere dönüktür. Alırız veririz, veririz ki alırız. Yansıtıcıyız. BİZ’e her gelen imkan BİZ’lerden mümkünlere yansır.

MUTLAK VARLIK: MUTLAK ŞUUR VE O’NUN MÜTEAL ORİJİNAL KEYFİYETİ OLAN MUTLAK KEYFİYETÇE BİR VARDIR.

Mutlak Şuur’un Kendi Keyfiyeti içindeki seyri, Mutlak Varlığın Mutlak yaşamıdır.

ALLAH SİSTEMİ; MUTLAK VARLIK’TAKİ MUTLAK ŞUUR’UN İLAHİ ALEMLERDEKİ TÜM MEVCUDATIN TEKAMÜLÜ İÇİN DEVREDE TUTTUĞU RAHMAN-I RABB’UL RAHİMİYET SİSTEMİDİR.

ALLAH SİSTEMİ’NİN RABBİ OLAN ALLAH’IN “RABB’UL ALEMİN SIRRI” BUNDAN KAYNAKLANIR.

Rabsal Terminolojik Sistem kayıtlarında Mutlak Varlığın Şuuru olan MUTLAK ŞUUR, Allah Sistemi’nin Uluhiyet Vechesindeki şuur olarak Şuur’ullah… Resuliyet Vechesindeki Şuur olarak ise Şuuru Resul’ullah olarak geçer.

ŞUUR’ULLAH MUTLAK ŞUUR’DAN, ŞUURU RESULLULAH ŞUUR’ULLAHTAN AYRI DEĞİLDİR. BÖYLE OLDUĞU GİBİ, ŞUURU NEBİYAN, ŞUURU PEYGAMBERAN, ŞUURU VELİYAN OLARAK BİLİNEN ŞUURLAR DAHİ MUTLAK ŞUURDAN BİR GÖRÜNÜŞTÜR.

Mutlak Varlık, Mutlak Yokluk’a ayine olarak Mutlak Yokluk Arzusundan kaynaklanan Arzuya sahiptir. Bu Arzuya göre Mutlak Varlık, Mutlak Şuuru ile her zerresinin kendi şuurundan nasiplenmesini sağlamaktadır.

MUTLAK YOKLUK’UN KENDİ SONSUZ – SINIRSIZ MUTLAK KEYFİYETLERİ İÇERİSİNDEKİ SEYRİ; KENDİNDEN AYRI OLMAYAN MUTLAK VARLIĞININ YAŞAMIDIR. İŞTE BU YAŞAMIN KESRETTEKİ GÖRÜNÜŞÜ ZERRELER ARASI FAALİYET HALİNDE CEMADİ, NEBATİ, HAYVANİ, BEŞERİ YAŞAM FAKTÖRLERİ TARZINDA ZUHUR EDER. KESRETTEKİ BU ZERRELERİN SEYRİ İNSAN-I KAMİLE DOĞRUDUR.

İLM-İ TASAVVUFTA İNSAN-I KAMİL OLARAK BİLİNEN HAKİKİ ÖZ İNSAN NUMUNESİNİN ŞUURU DA MUTLAK ŞUURDAN BİR GÖRÜNÜŞTÜR.

İnsan-ı Kamil, bilincinin Bekasını yaşayan bir numune olarak Mutlak Şuur’un Allah Sistemi’ndeki Uluhiyet Vechesine ait Şuurda fan olmuştur.

Bu nedenle..

İNSAN-I KAMİLİN SURETİ İNSAN, SİRETİ İSE ALLAHTIR.

LÜTFEN DİKKAT: Bu bilgiler elbette ki çok Yüksek Bilinçler’in harcıdır. Evrensel nitelik ve ölçüdeki giriftliğe haiz makroşümuler denklemli mahiyetler taşıyan bu bilgiler, bihakkın olarak ancak EVRENSEL BİLİNÇ BOYUT KAVRAMI‘na sahip bilinçler tarafından kavranılabilir. Bu nedenle sayın okurlarıma ön yargıya kapılmadan Allah Sistemi ile alakalı yazdığım bilgilerin tamamını okuyup hatmettikten sonra gereken değerlendirmeleri yapmalarını tavsiye ederim.

İNSAN ———► Bu kelimenin altında ne yüceliklerin gizli olduğunu bir bilebilseniz…

İNSAN sözcüğünün altındaki Evrensel Müteal Manayı kavrayanlar Sonsuz – Sınırsızlığın, Müteal Orijinalliğin yüceliğinde yitirmişlerdir kendilerini. Ancak bu kendi ifadesiyle kastettiğim kendilik, vehimselliğe dayanan bir kendilik olduğunu belirteyim.

İNSAN YAŞAMI, DİĞER BİR İFADE İLE ALEM-İ KÜBRA YAŞAMI; SONSUZ – SINIRSIZ TEK OLAN’IN YAŞAMINDAN AYRI OLMADIĞI GİBİ FARKLI DA DEĞİLDİR.

Nasıl bir varlıktan söz ediliyor ki, SONSUZ – SINIRSIZ TEK OLAN’ın yaşamıyla alakası oluyor. Sözü edilen Varlık İNSAN-I KAMİL’dir. Diğer bir ifadeyle EVRENSEL İNSAN NUMUNESİ’dir.

İnsan-ı Kamil;
Kaba kesif bedeniyle (Vücude-i Cismaniye) Alem-i Mülk’te,
Işıki seyyal bedeniyle (Vücude-i Seyyaliye) Alem-i Berzah’ta,
Durgun ateşi bedeniyle (Vücude-i Nuraniye) Alem-i Melekütte,
Altın ateşi bedeniyle (Vücude-i Nuraniye) Alem-i Ceberrut’ta,
Zat-i Benliğine ait Asil sesi bedeniyle (Vücude-i Nur ala Nuraniye) ise Alem-i Lahud’da yaşamaktadır.

Hülasa İNSAN yani Alem-i Kübra denilen Varlık:

CİSMANİYE
SEYYALİYE
NURANİYE
ZATİYE
İTİBARİYLE ALEM-İ MÜLK
ALEM-İ BERZAH
ALEM-İ MELEKÜT
ALEM-İ CEBERUT
ALEM-İ LAHUD
DA YAŞAMAKTADIR.

Demek ki İNSAN denilen varlığın, yalnız Alem-i Mülk ve Alem-i Berzah yaşantısına bakarak tümel yaşamını kısıtlamak; durumu yeterince kavrayamayan birimlerin yaşadıkları illüzyona dayalı olan bir hükümdür. Bu birimler, Alem-i Kübra ifadesiyle bilinen insanın farkındalık seviyesinden aşağıda bulunan farkındalığa sahiptirler. Bu nedenle tümel yaşamlarının farkına varamayarak, sadece Alem-i Mülk ve bazen de Alem-i Berzah yaşamlarının farkına vararak, tümel yaşamlarının yalnızca bir parçası olan Dünya yaşantılarını kaile alabiliyorlar.

İnsanın Dünya hayatının sonunda yaşamının noktalanacağı fikri, metaryalist felsefenindir ve aslı astarı olmayan bir fikirdir. İster mutat bir insan olsun (beşer) ister insan olsun, her ikisinde de zat-ı benlik aynıdır. Ancak, insan sözünden kasıt İnsan-i Kamil ise İnsan-i Kamil, Alem-i Nasut’tan (Alem-i Mülk ve Berzah Bütünlüğü) tutun, Alem-i Meleküt, Alem-i Ceberüt, Alem-i Lahud dahil bütün alemlerde yaşadığının bilincindedir.

Mutlak Şuur’un kendi keyfiyeti olan nursal mevcutluklardan tebarüz eden ışık tarzındaki enerjetik oluşumlar (seyyal oluşumlar), afakta kaba-kesif bir hal arzetmektedir ki, bu mevcutluğa arzı meydana getiren maddi oluşumlar denilmektedir. Arz insanın kaba algı sistemlerine hitap edebilen ışık tarzındaki enerjetik oluşumların müştemilatıdır.

İNSAN ZAT-I BENİLİKÇE ŞUUREN BİR VARLIKTIR. MUTAT İNSAN ŞUURUNDAKİ İDRAK KENDİ ASLİ OLAN MUTLAK ŞUURA BAĞLI VE O ŞUURDAN DEVREDE TUTULAN BİR ŞUUR MEVCUTLUĞU OLDUĞUNU KAVRAYAMAZ.

Mutat insan şuuru vehimselliğe istinat eden kabullenişlerle, şartlandırılmış ve tedriçliğe uğratılmıştır. Bu bir bakıma belirli bir mahbesliği kendi kendine kabullenmeden başka bir şey değildir. Yanılsamaya dayanan kabullenişlerin yarattığı bir kısır döngü. Evet yanılsamaya dayanan hükümlerin bütünlüğü beşeri şuur düzeyi diyebileceğiniz dar şümullü bir şuur mevcutluluğunu meydana getiriyor. Bundan kurtulmak mümkündür, evet mümkündür. Nasıl mı? İbadet denilen çalışmalarla.

Allah sistemi’ne tabi olan mutat insanın düşük mertebedeki nefsinin terkibiyet hükmünden kurtulması için nefs-i murakabe, müşahede, muhasebe, mücadele etmesi gerekir

Men ârefe Nefsehu fakad arefe Rabbehu.

Kim ariftir nefsine o ariftir rabbine.

RABBİ olmayan felahata erisemez. Kendi kendine RAB olacak. Her bir şeen’de Kendi. Kendi görmekte Kendini, kendi bakmakta kendine, Kendi söz söylemekte Kendine.

Birinci olarak MÜŞAHEDE; sonra MÜCAHEDE ve daha sonra MURAKEBE ve MUHASEBE.

Muhasib dediğinizde; kendinden kendine kendindeki değerleri çıkıntılı olsun, çıkıntısız olsun. Hepsini ölçüp biçip tartacak. Önüne koyacak, onun muhasebesini yapacak. Ondan sonra MURAKABEYE dalacak. Murakebenin arkasından MÜŞAHEDE edecek; onun arkasından MÜCAHEDE edecek. Yani mücahit konumuna geçecek.

Evet, bunları mutat insanın bilmeden yapmasi da mümkün. Yani kendi özgür iradesiyle bir Mürşid-i Kamile intisab etmeksizin bilmeden bunu yapanlar da var.

BUNUN İÇİN IZDIRAP MEKANİZMASININ DEVREYE SOKULUŞU RESULİYET MEKANİZMALARI TARAFINDAN SAĞLANIYOR.

Gerçekten ALLAH, sevdiği kuluna eziyet eder. Izdırap, ızdırabı çeken, çekerken “Ah neden bu benim başıma geldi” deyip de çekebilir, ama bile bile Allah bana bunu veriyor, Allah veriyor gelişeyim, tekamül edeyim, müşahede edeyim, kendi çıkıntılarımı kendim götüreyim, muhasebe edeyim, müşahede edeyim diye bana imkân hazırlıyor. Izdırapsız mümkün değil bu dört olguyu yaşayabilmek. Mücahede ederken ızdırabı yaşamamak mı istiyorsunuz? Nasıl mücahede edeceksiniz? Edemezsiniz. IZDIRAPSIZ MÜCAHEDE OLMAZ. Müşahede ederken de ızdırabı yaşamayacak mısınız? HAYATIN KENDİSİNİ MÜŞAHEDE EDİYORSUNUZ; o esnada bu hayatın içine dalmak zorundasınız. Daldınız mı, sizi ızdırap yakanızdan yakalar. Haydi ızdırapsız yapın bakayım bunları. Muhasebe yapacaksınız kendinizi; kendinizi muhasebe yapabilmeniz için insanlarla iletişime geçmeniz gerekir. Tek başınıza kendinizi nasıl muhasebeye tabi tutacaksınız? İnsanlarla durmadan bir muhattaplık halinde ancak kendinizi tam sıhhatli bir şekilde muhasebeye tabi tutabilirsiniz.

Kısacası, burada Madde Kainatında, kesret aleminde, Mülk Aleminde mutlaka bu hayatı yaşayacaksınız ve ondan sonra bu dört olguyu sağlayacaksınız.

Allah’ın sonsuz – sınırsız isimleri islâm tasavvufunda ESMA-İ İLAHİYYE diye geçen ve fakat aslında Aktif Varoluş Teknolojisi Terminolojisinde, KEYFİYETLER olarak bilinmektedir. Bu keyfiyetlerin en üst düzeyde BİLİNCİN BEK‘sının yaşandığı RAKHA‘da Süper Aktif Dingin Devimsel Mutlak Aktif RA keyfiyetler adını aldığı bililinmektedir. RAKHA‘ya gelinceye kadar OM‘un vurgulanışı ki, keyfiyetler üzerinden önce Bilinç varlığına İç Devimsel Muayyen Aktif maveralardan geçisi sağlıyor. Bir tanesini ele alalım. Buna göre misal verelim; ADİL.

İSLAM TASAVVUFUNDA, ADİLİYET PRENSİPLERİ DOĞRULTUSUNDA HAREKET EDEN, FİİL GÖSTEREN BİRİMİN ADİL İSMİNİN GEREĞİ GİBİ EFOR SARFETMESİNİ ADİLİYET DİYE İFADE EDİYORUZ. BU İFADE FİİL MERTEBESİNDEDİR.

İsim mertebesinde EL’ADİL olarak bilinen bu keyfiyete istinaden fiillerin vurgulanışıyla alakalı Adil isminin fiil mertebesinde Adiliyet prensipleri doğrultusunda tavır aldığını görüyoruz birim tarafından. Birim eğer, terkibiyet hükümlerinden kendinden kendine kendini kurtaramamışsa o zaman bu ismin ZİLLİYET’ini yaşar. Kendine o ismin zilliyetini yaşatır. Yani EL’ADİL olur, ama zilli mana tarzında fiil göstererek EL’ADİLolur.

Teknolojik olarak vurgulama getirelim: İç Devimsel Muayyen Aktifliği Adil isminin gereği gibi, her muayyen aktif maverada VİZYONİK olarak yaşar. Yani, Asıllar mertebesinde yaşadığı gibi değil. Daha bu yaşadığı ASIL OLANIN VİZYONUDUR. ASIL OLAN; KAYNAKTIR. VİZYON iSE GÖLGEDİR, görüntüdür. Görüntüsel olarak yaşar. Adil olur ama iç güdüsel motivasyon fazlarında adaleti gösterir.

Yani ALLAH’ın EL’ADİL İSMİNİN gereği gibi ASLEN ADİL OLAMAZ. Adil olmanın hakkını tam anlamıyla Kaynakça Varolmanın ifadesine uygun veremez, yaşayamaz. Bunun için ne gerek? Bilincin ENANA’sı gerek.

ADİL KEYFİYETİNİN ASILLAR MERTEBESİNDE FİİL GÖSTEREREK YAŞANABİLMESİ İÇİN; BİLİNCİ ENANASI GEREK.

Yani kısaca, İç Devimsel Mutlak Aktif Maveraya ayak basmış olması gerek.

ADİL OLANIN ADİLLİĞİ, SÜPER AKTİF DİNGİN DEVİMSEL MUTLAK AKTİFLİKTE “HAKKEL YAKİN” OLGUSUYLA BAĞDAŞARAK YAŞANMAKTADIR.

ALLAH, EL-ADİL’dir.

ALLAH gibi El-Adil olan, Mutlaka ALLAH’la haşir – neşir olmuş, hemhal olmuş ve arasında hiç bir perde kalmamış Hakkel Yakin’i yaşamaya geçmiş demektir. El’Adil isminin gereği gibi “Rüyetullah”ı gerçekleştirmiş o maverada… Ve bilincin BEKA’sını yaşamaktadır.

Her bir keyfiyetten Rüyetullahı gerçekleştirmek söz konusudur. Diğer bir ifade ile tasavvufi yönden vurgulama getirelim: Allah’ın her bir isminden Rüyetullahın gerçekleştirilmesi söz konusudur. Allah gibi El’Adil olabilir misin? Allah gibi El’Vedüd olabilir misin? Allah gibi El-Rahman, El-Cabbar, El-Rahim, El-Mustağan olabilir misin? El’Rab olabilir misin? Olabilirsin… Allah gibi bu isimlerin mahzarı olabilirsin. Kendini ALLAH’ın dışında tutma. Kendini o kadar küçümseme. Sen, Hakkul Yakin’i yaşa, Allah’ın herbir isminden sonsuz – sınırsız manalarınca göreceksin ki, Allah denilen sonsuz-sınırsız bilinç bütünselliğinden bir parça olarak, aynı denizdeki bir damlanın artık damlayım, damlayım demeyip; denizim, denizim dediği gibi sen de dersin.

VAHDET-İ VÜCUDU ifade edebilmek için çok veli zorlandılar. Şimdi de aynı zorluklar yaşanıyor. Allah, insandan ayrı değildir. İnsan da Allah’tan ayrı değildir. Eğer ayrı ise o zaman ne diye “ALLAH size şah damarınızdan daha yakındır” diyor? “Ya MUHAMMED, oku sen atmadın ALLAH attı””Hakikatte sana biat etmiş olanlar ALLAH’a biat etmiş olurlar” niye diyor? diyor. Niye?… Bu kadar ayet var, öyleyse ALLAH insandan, insan ALLAH’tan ayrı değil. “Allah sever, Allah severse ki, insan sever. İnsan sever, insan sever ki ALLAH sever”. Ne demek istiyor?

Sen kendinden iste, kendinden istemesini bil; kendindeki kendin sana verecek, gerçekten verecek. Ama nasıl verecek? Evet anahtarı verdik bunu yapmadan kendiniz olamazsınız. Kendini al kendi karşına, gerçekten vicdanen. De ki; “bendeki şu çıkıntı var”, bundan birşey kaybetmezsin. Hiçbir şey kaybetmezsin, kazanırsın. Çünkü çıkıntısını görmekten aciz olanlar, hangi çıkıntısını törpüleyecek?

“Çıkıntılıyım” deyin. Bir çok zorluklarınız var. Sizin yaşadığınız şimdiki ortamda aşağıya çeken, gerçekten sizi mücahit konuma (nefsinizle mücadele) konumuna getiren pek çok alternatif var.

Diyor; sen, çirkin davranışlar sergileyen, güzel ahlağın tam karşıtı olan davranışları sergileyen birini gördün mü, “ona buğz et, fiiline buğz et” diyor. “Faile küfretme, fail ALLAH’tır” diyor. Sen onun fiiline buğz et.

Evet, fiiliyatı kına ve oradan uzaklaş.

O zaman ne diyecekler size? “A, şuna bak kendini beğenmiş. İnsan içine çıkmıyor. Bak bizim toplumumuza girmekten uzak tutuyor kendini, yadsıyor.” Onu söyleten kim? Orion. Seni provake ediyor, tahrik ediyor. Evoke ediyor. Sen o zaman ne yapıyorsun ? Evet, o, öbürü, beriki böyle diyor.

Yani bu ortamsal faktörler içerisinde en önemli alternatif; sizleri yadsırlar. Kınarlar. Ama, umurunuzda olmayacak. Zilzal suresinde ne diyor? “Zerre kadar hayır işleyen, zerre kadar şer işleyen hepsi onun karşılığını görecek”. Onlar sizleri kurtarmayacak. Siz kendinizi kurtaracaksınız.

Onlar ne bilecek ki, bu olguların böyle yaşandığını, kendinden kendine kendi gözetmesi gerekeni gözetip denetmesiyle ilgili, kendi kendisine Rab olmasıyla ilgili veya murakabe diye ifade edilen olgunun içinde geçici o da var, denetimde var, epröv yani. Epröv’ün gerekli olduğunu, kendi epröv programını kendin açıyorsun. Kendine bir epröv ortamı oluşturup kendinden kendine kendini eprövlemiyor musun? Kısaca, hepsini siz kendiniz yapıyorsunuz. Zaten kendiniz yapmalısınız. Kendinize kendi berzahınızı geçirtesiniz diye bunları yapmalısınız.

MURAKABE derken, burada tefekkür var. Murakibin tefekkürü olmazsa kesinlikle bu fiili gerçekleştiremez. Yani düşünceye müracaat var. Evet, murakabe. Ne yapacak?

Geceleri oturuyor kendi üzerinde murakabe yapıyor. Kendi NEFSİ üzerinde, kendi egosu üzerinde. “Ben ne yapıyorum?” diyor. “Sabah kalkıyorum, işime gidiyorum. İş yerinde şunlarla muhatap oluyorum. Böyle diyorlar, ben böyle diyorum. Sonra evime geliyorum. Şunu yapıyorum, şunu yapıyorum. Çocuklar şöyle, eşim böyle” diyor. Evet bütün bunların hepsine baktınız. Hepsinde bir ALIŞILAGELMIŞLİK VAR… Öyle değil mi? Alışılagelmiş bir yaşantı. Nerelerinde ne var? Şunu yaptığımda gurur diye ifade edilen birşeyin incinmesinden söz ediyor mu? Evet alışagelmiş bir kavram; gurur. “Ben gururumu ayaklar altına alamam”. Evet, adama bir yanlış yapılmış. “Ben gururumu ayaklar altına alamam” diyor. Niye diyorsun? “Ben nasıl şimdi özür dileyeceğim” diyor. Olur mu? Hatayı kabul etmek büyük bir olgu. Bunu yapamam dediğinde bu nedir? Alışılagelmiş bir zihniyet. Evet, alışılagelmiş zihniyete dayanan ve yaşanan bir olgu var, gurur var. Neye aittir bu gurur? İzafi benliğe mi aittir yoksa hakiki benliğe mi aittir? İzafi değil mi? Murakabe yapacaksınız. Bunun gibi, egoda bütün çıkıntılı halleri eğer siz göremiyorsanız o zaman bileceksiniz ki siz, alışılagelmiş kavramla hareket ediyorsunuz halen. Güdümleyici aktiflik planından hareket eden kişisel ego, bilincin devindiği formda alfa titreşim uzay/zaman boyutsal keyfiyetlerle oluşan alfa yaşam faktörüyle muhavece olarak hareket etmeyi ister. Kişisel egonun zamanı alfadır, beta zamandan kaçar. Beta zamanın titreşimleri kişisel egoya rahatsızlık verir. Beta titreşim kişisel egonun illüzyonlarını tüketir. İllüzyonlu yaşamın da bilincin iradesiyle zapturapt altında tutularak yaşanılması gerekir. Zira bu yaşam esnasında ego, bilince ait irade hasletiyle zapturapt altında tutulmazsa şirke kapılarak benlik güder. Bu benlik gütme mahiyetlerinin kıstasları tehlike sinyallerini çaldırdığında, bilincin bağlı bulunduğu Asil Kaynak’tan uyarılar gelmeye başlar. Uyarılara kulak asmayan bilinçlerin karmik yaşam ortamında oluşan egonun güdümleyici aktiflik alanında tahakkümiyet altında tutulduğuna karar veren İlahi Hiyerarşi, bilince muayyen bir süreç tanır. Bu sürecin hitamında kendini toparlayamayan bilince bağlı tasarruf sistemlerini kopararak bilinci ilahi tasarruf planından çıkarır.

KİŞİSEL EGO ORTAMA UYMA USTALIĞINA SAHİPTİR VE KENDİNİ BUKELEMUN GİBİ RENKTEN RENGE GİREREK ORTAMIN ZORLAYICI ETKENLERİNE UYUMLU GİBİ GÖSTERİR. EGONUN MASKELERİ BU UYUMLULUĞUN SENELERCE DEVREDE KALMASINI SAĞLAYAN ETKİNLİĞİ MEVCUTTUR. EGONUN BU DURUMLARDAKİ SABRI DAHİ KENDİ VARLIĞININ ÇIKARLARINI GÖZETLEYİCİ TUTUMLARINDAN KAYNAKLANMAKTADIR.

İnsanlık bu mahişyetteki bilgilerle aydınlatılıyorsa bilinmelidir ki, insanlığın bilinç ufku genişletilmek istenmektedir. İnsanlığın bu bilgilerle kavram spektrumları daha üst düzeylere getirilmekte ve kendi çıkıntılı egosuyla mücadele etme gücünü böylece kazanabilmektedir. Bu mahiyetteki bilgilerle aydınlatılamayan insanlık ALIŞILAGELMİŞ KAVRAMLAR ile hareket etmekte ve kendini kısır döngüye kilitlemektedir. Kur’an-ı Kerim’de böyle bir ayet var; “Size diyecekler ki, atalarımız da böyle yapmakta idiler. Sizde onlara deyin ki, ya atalarınız yanlış yolda idilerse”.

Demek ki; alışılagelmiş zihniyetle hareket eden kesinlikle kendi yanlışını göremiyor. Yani kısaca Murakabe yapamıyor.

Murakabe yapabilmesi için, murakip konuma getirebilmen için bir varlığı bir irade buyuranı, ne yapman lazım ona? İrşad etmen lazım. Evet, irşad onun için yapılıyor, mürakip konuma geçsin. Bu gerçekten çok önemli bir konudur.

Kendindeki çıkıntıları görebilmesi için, mürakip konuma geçebilmesi için, gerçekten onun hazırlanması gerek. Ne ile? İrşadla.

Sonra ne gelecek? Mürakabe yapıyor. Sonra mücahade derseniz o en sonradır önce muhasebe; ondan da önce müşahade ve en önde murakabe var.

Murakıp konumda olan, müşahadeye müracat edecektir. Yani fiziki müşahade ilk etapta. Fiziki müşahadeyi yaparken ZİKRULLAH’A müracat etmesi gerekmiyor. Ama, fizik ötesi müşahade, iç müşahade yaparken zikrullaha müracat etmesi gerekiyor.

Sıraya dizelim bakın;

MURAKABE: Murakabe konumunda, kendinden kendine kendindeki çıkıntılı halleri alışılagelmiş kavramı terk edip görebilmeli, yakalayabilmeli. Bu esnada, yani şunlar… var neye müracat edecek? Müşahadeye.

MÜŞAHADE: Müşahade yaparken iki türlü müşahade yapacak ki, biri fiziki müşahade. O zaman bakacak, “benim anam, babam, kardeşim var, çocuklarım var, eşim var, işyeri muhattaplıklarım var. Şu objeler var, şu sujeler var. Şu hadiseler cereyan ediyor” diyecek, müşahade yapacak. Bunu murakabesine ilave edecek. Müşahade konumunda toplamışsa verilerini, onun içine ilave edecek. Murakabe ne oluyor o zaman ? Zenginleşiyor. Yani, müşahit konumunda fiziki müşahadeyi ne kadar derin yapıyorsa murakıp konumunda o kadar yükseliyor. Daha da yükselemedi. Ne gerek o zaman? İç müşahade gerek. İç müşahade için de ZİKRULLAHA sarılacak. Zikrullaha sarılırken, her bir ismin sonsuz – sınırsız manalarınca zikri tahakkuk ettirecek. Kendinden o aşikare çıkacak. Çıkarken, kendini görecek.

Evet, herbir obje ve suje ile muhattaplık fiziki konumdaki müşahade için diyoruz ki, veri toplamaktır. Onlarla ilgili murakıp konumda zengin oluyorsun. Ondan sonra iç müşahade. Onun için geceleri zikrullaha sarılacaksınız. Zikir yapacaksınız ve zikir esnasında iç müşahadeyi gerçekleştireceksiniz. İç müşahadeye dayalı verileri toplayıp murakıp konumuna tam geçeceksiniz.

İkinci gelen ne? MUHASEBE. Murakıp konumuna geçmiş olan tam anlamıyla bir muhasebe yapabilir. Yoksa yapamaz. Eksik kalır muhasebesi. Kendi hakkındaki muhasebesi yapıldığında eksik kalır. Ancak; murakıplığını iç ve diş müşahadelerdeki toplanması gerekli olan verileri tam anlamıyla bi hakkın toplayıp murakıp konumuna geçebilmiş olan muhasebesini de tam anlamıyla o murakıp konumuna dayalı olarak tahakkuk ettirebilir. Yoksa eksik kalır.

En son neye geliyoruz, can alıcı noktaya ki, aslında hedefimiz budur. Aslında amacımız; MÜCADELE. Kendinden kendine mücadele. Bütün yukarıda anlatılanları bunun için yaptınız. Eğer murakıp konumuna geçilmek için kendinizi iç ve diş müşahadeyle alakalı verileri tam bi hakkin toplayamazsanız murakıp konumuna geçemezsiniz. Muhasip konumuna da tam anlamıyla geçemezsiniz. Muhasip konumuna geçemezseniz de kendinizden kendinize mücadele edemezsiniz.

Mücadeleyi daha önceki aşamaları tamam etmiş, hakkını vermiş olan birim gerçekten tahakkuk ettirebilir. Ve kendindeki çıkıntıları süratle törpüler giderir. Aslında bu kadar basittir; Kendindekini görüp, kabullenip “artık ben bunu istemiyorum, artık böyle bir davranış sergilemeyeceğim, böyle bir fiil göstermeyeceğim” demesi yetiyor. Ama gerçekten yapmayacak. Bütün mesele bu. “Ben bunu yapmayacağım, ben murakıp konumunda kalabilmem için iç ve dış müşahedeyi gerçekleştirdim. Murakıp konumunu belli bir seviyeye getirdim ve kendimden kendime muhasebemi tahakkuk ettirdim, mücadele ettim kendimdeki çıkıntıyı gördüm ve diyorum ki, artık ben bunu yapmayacağım”. Ne kadar basit, kolay, ama yapmayacağım dediğinde, yapmayacaksın.

Ama yapıyorlar. Yapmayacağım diyor gene yapıyor. O zaman nasıl olacak bu iş? Yani üzerine bir Hızır Değneği mi dokundurulacak? Tamamen aklayıp paklayacaklar? Öyle birşey olur mu? Size soruyorum? O zaman gelişmişliğin tekamül vetiresinin ne anlamı kalır?

Bütün bunları itmam etmeden, gerçekten insanlardan bazıları vardır ki, gene Orion’un dolduruşuna gelmiş, Orion’un impulsladığı insanlardan bazıları hemen elini atıyor TEKNOLOJİK ÖĞRETİYE. Bütün bunları geçmeden…

Aslında bu tasavvufi irşad ve uygulamaların vurgulanışı nedir biliyor musunuz? KÜLTÜVASYON PROGRAMLARI. SİRİUS’UN KÜLTÜVASYON PROGRAMLARI.

Sirius bunları devreye sokuyor. Niye? GÜZEL AHLAKLARA BEZENSİN DİYE. HIZIR – İLYAS KÜLTLERİ olarak duymuşsunuzdur.

Tasavvufi irşad ve uygulamalar varlığın kendinden kendine mücadelesini sağlayabilecek bir irşadlamadır, yol göstermedir.

TASAVVUFİ KAVRAMI OLMAYAN, MÜMKÜN DEĞİLDİR Kİ TEKNOLOJİK ÖĞRETİNİN HAKKINI VEREBİLSİN. VEREMEZ, AÇIKTA KALIR. SEN ÇOCUĞUNUN ELİNE SİLAHI VERİR MİSİN? ONU BEKLERSİN, OLGUNLAŞSIN DERSİN. O DA AYNI BÖYLEDİR. EVET, TEKNOLOJİK ÖĞRETİ DE BÖYLEDİR. NASIL VERİRSİN? VEREMEZ.

Önce senin altyapın tamam olmalıdır. Güzel ahlaklara bezenmen lazımdır. Yukarısı önce senden emin olacak. Sen kendi berzahını geçmiş olacaksın.

Önce Cemaliyet prensipli faaliyetlerle Meleküt’ün geçilmesi gerek. diğergamlık olgularını yaşayıp, yaşatmazken nasıl CELALİYET prensipleri doğrultusunda yaşama geçiyorsun? Sen daha önce idare edene saygı duyup, idare edenin hakimiyeti altına girip onun yol göstericiliğine itibar edip onun gösterdiği yerlerden gitmezsen nasıl idareci olacaksın? Sen önce idare olunan ol ki, daha sonra idare edebilesin. Hepsi Allah değil mi? İdare eden de Allah, idare olunan da Allah’tır. Eğer sen idare olunmanın hakkını Allah adına vermezsen, nasıl idare eden olacaksın Allah adına hakkını verip? Öyle değil mi?

Kısaca, ALLAH’IN CEMALİ HAK OLDUĞU GİBİ, ALLAH’IN CELALİ DE HAKTIR. ALLAH’IN CELALİ HAK OLDUĞU GİBİ, CEMALİ DE HAKTIR.

Zaten O’nun cemali celaline; celali cemaline meknuz kılınmıştır. Dürülmüştür birbiri içine. Allah’ın Cemaliyetine mazhar kalmazsan ALLAH’ın Celaliyeti senden sadır olmaz. Allah’ın Celaliyetine mazhar kalmazsan da ALLAH’ın Cemaliyeti sadır olmaz. İki isim hep birbirini tamamlar. Cemal olan ancak Celaliyeti davet eder. Ve Celaliyetle haşır – neşir olur. Celal olan da Cemal olanı davet eder. Ve onunla haşır – neşir olur.

KISACA MELEKÜT CEBERRÜTE, CEBERRÜT MELEKÜTE BAKIYOR. BERZAHINI GEÇMEYEN İKİSİNİN ARASINA GİREMEZ.

Allah Sisteminde Derece-İ Nuraniyet

NUR, NUR OLUŞUNDAN YANA MUTLAK KEYFİYETTEN SAYILAN HER İLAHİ İSMİN MÜTEAL ASLİ ORİJİNAL MANALARININ AÇIĞA ÇIKARILDIĞI VE YANSITILDIĞI MÜTEAL ASLİ ORİJİNAL TEK MEVCUTLUKTUR.

Nuraniyetin derecelenmesi ayet-i mahlukattan sayılan beşerden itibaren başlar, mahluk sıfat ve fiillerinin terk oranında da gittikçe yükselir.

Eşref-i mahluk sırrı, beşeri odaklayan her mahlukun kendi seyir aktifliğinin sınır marjına kadar yaşaması gerekenleri bu odakta yaşama arzusudur.

ALLAH SİSTEMİ’NDE NURANİYET KAZANDIRILAN BEŞERİN ARZUSU KENDİ HAKİKATİ OLAN İNSAN-I KAMİLİN TÜM FAZİLETLİ SIFAT VE FİİLLERİNİ ORTAYA ÇIKARARAK SERGİLEMEKTİR.

“Allah’ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz.” NUR SURESİ AYET:40

Allah Sistemi’nin Rabbi olan Allah, 99 isminin müteal asli orijinal manalarıyla tasarruf görebilecek duruma yükselenlere kendi resulunun nuraniyet ikliminde yaşatarak nur kazandırmaktadır.

Nuraniyet ikliminde yaşama hakkına sahip olanların nuraniyet kaynağı olan NURU MUHAMMEDİ, NURULLAH‘tan ayrı değildir.

NURU MUHAMMEDİNİN BATINI NUR’ULLAHTIR.

Mahbubiyet sırrıyla kaim olan Nuru Muhammedi, tevziat platformuna dahil olan beşerin seyyal formuna nur kazandırarak nuraniyet derecelerinin artmasını sağlar.

NURANİYET DERECELERİNDE YÜCELMENİN MUAYYEN BİR AŞAMASINDA AŞK-I İLAHİ BEŞERİN BATININDA YAŞANMAYA BAŞLAR.

Beşer, göklerdeki sireti olan kendi Mebdei Teyyüni Vücubisinin sahip olduğu nuraniyet derecesine kadar nur kazanmaya devam eder. Bu dereceye yükselince kendi siretinin idrağıyla yaşamaya başlar. İşte ancak bundan sonra Muhammedi İdrak içindeki idrağıyla hareket eder ve kendi nuraniyet derecesine uygun olan sıfatlarla Nuranilerin görebilen gözlerine gözükür hale gelir.

Seyyaliye ve cismaniyenin başlangıç unsuru, nuraniyede meknuz bulunan bir cevherdir. Cevher, şuurun kendi keyfiyeti olan Mutlak Keyfiyette bilkuvve halinde (uyur vaziyette) bulunurken, Mutlak Keyfiyetin sahibi olan Mutlak Şuur, fonksiyonlarını devreye sokar. Mutlak Keyfiyetin harekete geçirilmesiyle kuvve haline geçen cevher, ilk önce yarı müşekkel ince latif formları (seyyaliye), daha sonra tam müşekkel kaba kesif formları (cismaniye) meydana getirir.

İnsanın kullandığı birinci beden, Ceberrütteki vasıf ve istidatlar doğrultusunda Hakkani bedene kayıtların yapılmasını sağlayan bir vasıtadır. Bu vasıtada kayıt yapmaya yarayan aygıt beyindir. İkinci beden olan Hakkani beden, cevherdeki vasıf ve istidatlara istinaden yapılan mana kayıtları ile seyyal bir mevcutluk olup, cismani bedenin terkinden sonra da seyyal ortamlarda belirli kayıtların ilelebet sürdürülmesine vasıta olur.

Seyyalitik bedeni bir bilgisayar diskine benzetebilirsiniz. Yani bunlardan anlaşılan nedir? İnsan varlığı bir şuur mevcutluğu olarak programlayan ve programladığını da sevk ve idare eden bir varlıktır.

SEYYALİYEYE VE CİSMANİYEYE HÜKMEDEN VASIF VE İSTİDATLARIN SAHİBİ ŞUURDUR.

Seyyaliye ve cismaniyenin başlangıç unsuru Nuraniye’de bulunan bir cevherdir. Bu cevherden nur kazanan seyyaliye, nur şiddetinin artma oranına göre cismaniye ye Allah’ın El-Hakim isminin asli manalarına uygun tarzlarda hükmeder. Allah Sistemi’nde ilahi isimlerin asli manaları gereğince her beşerin şuur kazanması oranınca Nuraniyet ikliminden istifde ederek yücelmesi ve 99 Fena-i Resulü gerçekleştirmesi mümkün olmaktadır.